TANIMA VE TENFİZ KAVRAMI
Öncelikle bu iki kavram devletlerin yargı egemenliğiyle ve yargı bağımsızlığıyla doğrudan ilintilidir.
Bir devletin yargı makamları tarafından verilen hükümler o devletin egemenlik sınırları içinde kendini gösterir. Yani herhangi bir ülkede verilen hüküm çerçevesinde başka bir ülkenin icra organları doğrudan harekete geçemez. Ancak bu kuralın kat’i olması önemli hak kayıplarına neden olacağı için devletler bu konuda bazı düzenlemelere gitmişlerdir. Bu konuya küçük bir örnek vermek gerekirse; Türkiye’de evlenen bir çift bu ülkenin yargılama sınırlarında evli sayılırlar ancak bu çiftin Almanya’da boşanması durumunda bu alınan karar yalnızca Almanya’da geçerli sayılırken Türkiye de hala evlidirler. Yani bu kişiler Türkiye’de hala birbirinin mirasçısıdır ya da taraflardan birinin bir borç için kefilliği durumunda diğer eşin icazeti aranır. Bu gibi hallerde tarafların hak kaybına uğramaması için devletler başka bir ülkenin yargı makamlarınca alınan kararın kendi ülkelerinde tanınmasını ve icra edilmesini kendi hukukuna uygun kurallarla ve taraf oldukları milletler arası antlaşmalarla düzenlemeye çalışmışlardır. Biz kendi ülkemiz hukukunda yer alan düzenlemelerden bahsedeceğiz.
Yabancı bir devletin mahkemesince verilen ve ilam nitelindeki bir kararın ülkemiz mahkemelerinde tanınması ve tenfiz edilmesi MOHUK m.50-59 arasında düzenlenmiştir. Tanıma ve tenfizden hangisinin açılması gerektiği icra edilebilirlik kavramıyla alakalıdır. Yabancı devlet mahkemesince alınan bazı kararların ülkemiz yargı organlarınca tanınması yeterli iken alınan bazı kararların ise tanınması yetmeyip bunun icrasının da gerçekleşmesi gerekmektedir. Yani ülkemizdeki ilgili mahkemece, yabancı devlet mahkemesinde alınan kararın icra edilmesine yönelik bir karar alınması gerekir, işte bu durum kararın tenfiz edilmesi kavramını karşılar.
TANIMA VE TENFİZ İÇİN ARANAN ŞARTLAR
MOHUK m.50’de tanıma ve tenfiz için ön koşullar düzenlenmiştir:
(1) Yabancı mahkemelerden hukuk davalarına ilişkin olarak verilmiş ve o devlet kanunlarına göre kesinleşmiş bulunan ilâmların Türkiye’de icra olunabilmesi yetkili Türk mahkemesi tarafından tenfiz kararı verilmesine bağlıdır.
Hükmün açıklaması: Buradaki “yabancı mahkeme” kavramının mahkeme fonksiyonuna sahip yabancı makamlar olarak anlaşılması gerekmektedir ve bu makamlarca verilen kararlar ilam niteliğinde olmalıdır. “Hukuk davası” kavramında ise doktrindeki baskın görüşe göre tenfizi istenen ülkenin hukukuna göre vasıflandırmanın yapılması gereklidir çünkü bazı ülkelere özel hukuk alanına giren meseleler bizim hukuk sistemimizde özel hukuk alanında düzenlenmiş olabilir. Bu sebeple bizim hukuk sistemimizde istenecek bir tenfiz talebinde incelenmesi gereken ilk husus yabancı mahkemece verilen kararın bizim hukukumuza göre özel hukuk alanına girip girmediğidir. “Kesinleşmiş ilam” kararın verildiği ülkenin hukukuna göre kesinleşmiş olmalıdır. Bu kesinleşmenin usule mi yoksa esasa mı ilişkin olması gerektiğine dair doktrinde fikir birliğine varılamamıştır. Ancak görüş birliğine varılan bir konu vardır ki o da ihtiyati haciz ve ihtiyati tedbir kararlarının tanıma ve tenfiz davasına konu edilemeyeceğidir.
Ayrıca bu hükmün bazı istisnaları vardır. Devletler yapacakları düzenlemelerle yabancı ülkenin idari makamlarının vereceği kararların da tanınmasının ve tenfizinin önünü açabilirler. Örneğin Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun 30/2 maddesine göre “Evlât edinme olaylarına ilişkin yabancı adlî veya idarî makamlarca verilen ve o ülkenin hukukuna göre kesinleşmiş olan veya kesin hüküm gibi sonuç doğuran karar ve belgelerin
Türkiye’de icra olunabilmesi, yetkili Türk mahkemesi tarafından tenfiz veya tanıma kararı
verilmesine bağlıdır.”
(2) Yabancı mahkemelerin ceza ilâmlarında yer alan kişisel haklarla ilgili hükümler hakkında da tenfiz kararı istenebilir.
MOHUK m.54 ise esasa ilişkin şartlar düzenlenmiştir:
(1) Yetkili mahkeme tenfiz kararını aşağıdaki şartlar dâhilinde verir:
a) Türkiye Cumhuriyeti ile ilâmın verildiği devlet arasında karşılıklılık esasına dayanan bir anlaşma yahut o devlette Türk mahkemelerinden verilmiş ilâmların tenfizini mümkün kılan bir kanun hükmünün veya fiilî uygulamanın bulunması.( BU ŞART TANIMADA ARANMAZ ANCAK DİĞER ŞARTLAR ARANIR)
Hükmün açıklaması: Bu kanun hükmündeki “devletlerarası karşılıklılık” kavramından anlamamız gereken karşılıklığın akdi, kanuna dayalı veya fiili uygulamalara dayalı olmasıdır. Yani kendi kanunlarında düzenlenmemiş olsa bile ve aralarında bir akit olmasa bile iki ülke arasında fiili olarak karşılıklılık var ise bu devletlerden birinde alınan karar bir diğerinde tenfize konu edilebilir.
b) İlâmın, Türk mahkemelerinin münhasır yetkisine girmeyen bir konuda verilmiş olması veya davalının itiraz etmesi şartıyla ilâmın, dava konusu veya taraflarla gerçek bir ilişkisi bulunmadığı hâlde kendisine yetki tanıyan bir devlet mahkemesince verilmiş olmaması.
Hükmün açıklaması: HMK’da yer alan her kesin yetki kuralı nitelik ve amaç bakımından münhasır yetki kavramını karşılamaz. Hukukumuzda kamu düzenine ilişkin kurallar kesin yetki hükmü olarak düzenlenmiştir ancak kamu düzenine her kural münhasır yetki sayılmaz. Usul kanunumuzda yer alan kesin yetki kavramı ülke sınırları içindeki yargı sistemine dair bir yetki belirlemek amacını taşır ancak milletlerarası alanda münhasır yetki kavramı uyuşmazlığa kesin suretle Türk Hukuku’nun uygulanmasını sağlar. Türk hukukunun münhasır yetkisine giren önemli birkaç konu şunlardır:
HMK m.12’de düzenlenen taşınmazların aynına ilişkin yetki
Yargıtay’ın görüşüne göre vesayete ilişkin yetki( HGK, E. 2009/2-280, K. 2009/326, T. 8.7.2009)
Doktrine göre İcra İflas Kanunu’ndan doğan uyuşmazlıklara ilişkin yetki
c) Hükmün kamu düzenine açıkça aykırı bulunmaması.
ç) O yer kanunları uyarınca, kendisine karşı tenfiz istenen kişinin hükmü veren mahkemeye usulüne uygun bir şekilde çağrılmamış veya o mahkemede temsil edilmemiş yahut bu kanunlara aykırı bir şekilde gıyabında veya yokluğunda hüküm verilmiş ve bu kişinin yukarıdaki hususlardan birine dayanarak tenfiz istemine karşı Türk mahkemesine itiraz etmemiş olması.
REVİSİON YASAĞI NEDİR
Türk Mahkemeleri, yabancı mahkemede alınmış bir karar hakkında tenfize ya da tanımaya ilişkin vereceği kararda yukarıda belirtilen koşulların var olup olmadığına bakmakla yetinir. Zira yabancı mahkemede verilen kararın usulüne ya da esasına ilişkin bir değerlendirme yapması yargı egemenliğine müdahale sayılır. Buna Revision Yasağı denir. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu 2012 yılında aldığı bir kararla bu kuralın Türk Hukuku için de bağlayıcı olduğunu dile getirmiştir.
“Tenfiz hâkiminin yabancı mahkeme ilamının maddi hukuk bakımından doğruluğunu inceleme ve değerlendirme yetkisi yoktur. Bu yasak çerçevesinde, tenfiz hâkiminin ilamda mevcut olan bir gerekçeyi inceleyip değerlendirmesi de söz konusu olamaz. ”( Y. İBGK, E.2010/1, K. 2012/1, T. 10.02.2012)
TANIMA VE TENFİZ DAVALARINDA USUL
Milletlerarası özel hukukta fikir birliğine varılan presiplerden biri ise usule ilişkin meselelerde hakimin hukukunun(lex fori) uygulanmasıdır. MOHUK’ta usule ilişkin konular madde 50-60 arasında düzenlenmiş olup burada herhangi bir düzenleme bulunmadığı durumlarda HMK’ya bakılacaktır. Tanıma ve tenfiz davalarında basit yargılama usulü uygulanır. MOHUK m.51’de bu davalar konusunda Asliye Mahkemeleri’ni görevli kılmıştır. Bu hükümdeki “Asliye Mahkemelerié kavramından anlamamız gerek nedir. Bilindiği üzere yapılan son değişiklikle Asliye Hukuk ve Asliye Ticaret Mahkemeleri arasında iş bölümü uygulaması kaldırılmıştır ve bu iki mahkeme arasında görev ilişkisi olduğu düzenlemesi getirilmiştir. Burada şu soru aklımıza gelecektir yabancı bir ülkede verilen iflas kararının tanınması veya tenfizi hangi mahkemenin görev alanına girer. Bu konu aslında Revision Yasağı’yla doğrudan ilintilidir. Yabancı bir ülke mahkemesince alınan karar hakkında ülkemiz mahkemesince usule ve esasa ilişkin bir değerlendirme yapılamayacağına göre tanıma ve tenfiz kararının bu iki mahkemeden hangisi tarafından yapılacağının da pek bir önemi kalmamaktadır. MOHUK’un ilgi maddesinin Asliye Mahkemeleri’nin görev konusunda yapılan değişikliğine uyarlanması bu çelişkiye de büyük ölçüde son verecektir.
TANIMA VE TENFİZ DAVALARINDA YETKİ
Tanıma ve tenfiz davalarında yetkili mahkeme MOHUK m.51/2’de düzenlenmiştir.
” Bu kararlar kendisine karşı tenfiz istenen kişinin Türkiye’deki yerleşim yeri, yoksa sakin olduğu yer mahkemesinden, Türkiye’de yerleşim yeri veya sakin olduğu bir yer mevcut değilse Ankara, İstanbul veya İzmir mahkemelerinden birinden istenebilir.”
TANIMA VE TENFİZ DAVASINDA TARAFLAR
Kararın tenfiz edilmesi bunda hukuki yararı olan herkes tarafından talep edilebilmektedir. Bu hüküm tanıma kararı için de geçerlidir. Yani yabancı mahkemede görülen davada taraf olmayan 3. Kişinin bu davanın tanınmasında veya tenfizinde hukuki bir menfaati var ise ülkemizdeki görevli mahkemede dava açabilir. Hukuki yarar şartı bir dava şartı olup mahkemece davanın her aşamasında re’sen incelenebilir. AİHM’nin bu konuda emsal bir kararı mevcuttur:
Karara göre başvuran, 7 Eylül 2000 doğumlu olup İstanbul’da ikamet etmektedir. 22 Mart 1968 tarihinde, başvuranın babası Alman uyruklu bir bayanla evlenmiştir. Bu çift, belirtilmeyen bir tarihte boşanmadan ayrı yaşamaya başlamışlardır. Başvuran, babasıyla yeni bayan arkadaşının birlikteliğinden doğmuştur. 1 Şubat 2001 tarihinde, Bensheim (Allemagne) Asliye Hukuk Mahkemesi başvuranın babası ile Alman eşinin boşanmasına karar vermiştir. Boşanma kararı, 13 Nisan 2001 tarihinde kesinleşmiştir. Başvuranın babası, boşanma kararının Türkiye’de tanınması ya da tenfizi için gerekli başvuruları yapmadan 22 Mayıs 2001 tarihinde vefat etmiştir. 8 Haziran 2001 tarihinde, Ankara Bölge Mahkemesi başvuranın babasının mirasının dörtte birinin Alman eşine ve geriye kalan dörtte üçünün ise başvurana kaldığını gösteren varis belgesi vermiştir. 14 Temmuz 2001 tarihinde, başvuranın annesi reşit olmayan başvuran adına hareketle yabancı ülkede alınan boşanma kararının tenfizi için Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi önünde dava açmıştır. 26 Eylül 2001 tarihinde, asliye hukuk mahkemesi boşanma kararını tanımıştır. 6 Aralık 2001 tarihinde, Yargıtay bu kararı bozmuştur. Yargıtay öncelikle yabancı ülkede alınan kararın tanıma veya tenfiz belgesi olmadan Türkiye’de geçerli olmadığını kaydetmiştir. Daha sonra Yargıtay, dava taraflarından
birinin 22 Mayıs 2001 tarihinde vefat etmesi dolayısıyla evliliğin son bulduğunu ve bu durumda çocukların anne-babalarının boşanma kararlarının tanınma veya tenfizini talep edemeyeceklerini, bu nedenle başvuranın dava açma vasfı olmadığını gözlemlemiştir. Yargıtay ayrıca, başvuran kararın tenfizini talep ettiği halde asliye hukuk mahkemesinin kararın tanınması yönünde karar aldığını kaydetmiştir. Başkan, muhalif görüşünde yasal bir menfaati olan herkesin tanıma ya da tenfiz talebinde bulunabileceğini savunmuştur. 1 Ekim 2002 tarihinde, asliye hukuk mahkemesi Yargıtay kararına uyarak başvuranın talebini reddetmiştir. Yargıtay, 4 Mart 2003 tarihinde bu kararı onamış ve 21 Nisan 2003 tarihinde de karar düzeltme yönündeki itirazı reddetmiştir. Bu son karar, başvurana 14 Mayıs 2003 tarihinde tebliğ edilmiştir. Karar kısmi olarak AİHM tarafından kabul edilmiştir. (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 13.10.2009 tarihli, 39523/03 numaralı kararı)
YAZAR
STJ. AV. MEHTAP ERGÜN
KAYNAKÇA :
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/411047
https://dergipark.org.tr/tr/pub/duhfd/issue/27253/287535